medikavital

Ne yersek O muyuz?

Ne yersek O muyuz?

İnsanoğlu, tüm yaşayan canlılarda olduğu gibi iç çevrenin, dış çevre ile sürekli bir iletişim ve alışveriş içinde olduğu yaşam formudur. İletişim ve alışveriş hem bedensel hem zihinsel hem de enerjetik yoldan olmaktadır.

Ana amaç yaşamın devamının sağlanması için gerekli bilginin alınıp analiz edildikten sonra gereksinimlerin karşılanmasıdır. Bu kararlar bilinçli olabilir, bilinç dışı olabilir. Her şekilde seçimler konusunda duyu organları ve algılayan hassas antenler yardımcı olur. Bazı canlılarda farklı hassasiyette gelişim göstermiştir, bazılarında farklı formlarda. Söz gelimi bazı hayvan türleri titreşimlere hassas olduğu için gelmekte olan felaketleri önceden fark ederler. Köpekler gibi bazı hayvan türleri kokuya karşı daha hassastırlar.

Biz insanoğlu olarak bilinç düzeyinde düşündükçe bu türlü yeteneklerimi kaybetmekteyiz. Buna örnek son zamanlarda cep telefonu kullanımı ile eskiden aklımızda tuttuğumuz telefon numaralarını ve birçok gerekli bilgiyi nasıl olsa bakarız diye aklımızda tutmuyoruz. Bu, zamanla, ilgili alanlarda yeteneklerimizin kaybı ile sonuçlanmaktadır.

Beslenmenin iki önemli amacı vardır; ilki yaşamımızı devam ettirmek için gereken enerjiyi, diğeri metabolizmanın devam etmesi için gereken besin maddelerini ve yapısal proteinleri sağlamak. Ne olduğumuz değil, yediklerimizden nasıl faydalandığımız önemlidir.

Artık eski zamanlardaki gibi ekmediğimiz ve avlanmadığımız için besini hazır olarak edinme kolaylığına sahibiz. Besinler bize, sebzeler, temel gıda maddeleri gibi işlem sonrası tüketime hazır veya son hallerinde lokanta ve benzeri yerlerde satılması ile de gelmektedir.

Kendimizi koruma işte bu noktada devreye girmektedir. Bazı hassas yeteneklerimiz zayıflamış halde iken yerini bilinçli düşünce ve değerlendirme işlevleri almalıdır. Güvenli olduğunu düşündüğümüz markalar veya semt pazarları gibi nispeten daha doğal ürünlerin satıldığı yerlere yönelmek bize öğretilerin yol gösterdiği bir koruma mekanizmasıdır. Bir derece fayda sağlar. Burada Truva atı aklımıza gelmektedir; görünüm ve paket iyi, sunum iyi, ama hammadde güvenli mi? Genetiği değiştirilmiş gıdaların zararlı olduğunu gösteren bir çok kaynak vardır. Kaliteli bir paket veya güzel bir sunum Truva atı gibi birçok koruma mekanizmamızı geçip bize zarar verebilir.

Hemen aklımıza gelen, koruma mekanizmalarımız ve zararın akut mu, kronik mi oluşudur. Akut zararlar gıda zehirlenmeleri gibi alevli bir bulgu dönemi geçirir ve kişi farkındalığı (gerek ilaç alma, gerek kusma vb) ve bağışıklık sistemi ile problemi çözer. Kronik olanlar ise farkına varmadığımız bir şekilde bedenimize aldığımız gıda içeriğindeki ağır metaller, genetiği değişmiş besinler, pestisitler ve hormonlardır. Kronik zehirlenmelerde zararlı biz farkına varmadan Truva atı gibi vücuda alınır ve yine uzun süre içinde, toksik etkisini uzun zamana yayarak kronik hastalıkların oluşmasını ilk bulgu çıkmasına kadar biz farkına varmadan gerçekleştirir. Bağdokusunda gizlenir ve sürekli bir hasar oluşturmaya devam eder.

Toksik gıdalardan korunma mekanizmalarımız daha önce bahsettiğimiz bilinçli zekamız ile gerçekleşir. Kısaca zararlı olduğunu bildiğimiz besinleri almayız. Bunun dışında ilk koruma kalkanımız gözlerdir. Eğer gördüğümüz besin kötü görünümlü ile yemek istemeyiz. İkinci önemli kalkan koku duyumuzdur. Kötü kokması bozuk olduğu bilgisini verir ve engelleriz. Diyelim görüntü ve koku çeşitli yollarla maskelendi, o zaman tat duyusu devreye girer ve ilk lokmada bir ekşilik veya bozulma fark ettiğimizde yemek istemeyiz. Koruma bu noktada bitmez. Mideye ulaştığında, bir rahatsızlık hissi ve bulantı oluşabilir. Sindirim sisteminde daha ilerlediğinde vücut atmayı hızlandırmak için ishal olabilir. Yani vücut bilinç dışı zararlı maddeyi atmak için elinden gelen her şeyi yapar.

İnsan için uygun besinler nelerdir? Sadece besin maddelerini düşünecek olursak gıdalarda  üç temel besin maddesi bulunur, bunlar karbonhidratlar, yağlar ve proteinlerdir. Bu maddelerin vücut tarafından kullanılabilmesi için bağırsaklardan emilmesi ve kan yolu ile hedef organlara ulaşması gerekmektedir. Bağırsaklardan emilmesi ise enzimler tarafından emilecek en küçük moleküle kadar parçalanması ile mümkün olur. Eğer o enzim o canlıda yok ise besin kaynağı olarak kullanılamaz ve dışkı ile atılır. Sonuç olarak hangi enzimlere sahip isek onun parçalayabileceği besinler bizim için besindir.

Her ne kadar sağlıklı gıdaya ulaşmaya çalışsak da gerek toprak kalitesinin azalması, gerek çevre kirliliği ve gerekse bağırsak emilim kapasitesinin zayıflaması sonucu zaten düşmüş olan besin değerleri, bozulmuş emilim sonucu vücut ihtiyacı olan besin maddelerine ulaşamamaktır. Bu da bize birtakım vitaminlerin damar yolu ile alınması gereksinimini getirmektedir.

Tabii ki gerçek besinin yerini tutmaz ama özellikle viral enfeksiyonların arttığı durumlarda korunmak için veya tedavi süreci ve sonrasında çabuk toparlanmak için, sporcu desteği ve hazırlanılan müsabaka gibi fiziksel mukavemet sarf edilecek durumlarda, ameliyat ve her çeşit hastalık sonrası nekahat dönemlerinde damar yolu (IV) ile vitamin desteği daha çabuk bir iyileşme ve toparlanma süreci sağlayacaktır.